24 Şubat 2011 Perşembe

2011 Oscarlari

83. Oscar Odulleri bu pazar sabaha karsi sahiplerini buluyor. Bu senede ekrana kitlenip kazananlarla sevinicegim bir gece olucak. Bu seneki oscarlarin benim icin yeri biraz ayri. Turkiyede bir reklam filminde calistigim goruntu yonetmeni, muhtesem insan Danny Cohen The King's Speech ile en iyi goruntu yonetmeni dalinda aday. Umarim emeginin karsiligini bulur. Diger dallarda favorimlerim soyle:
En iyi film: Black Swan
En iyi yonetmen: Darren Aronofsky
En iyi erkek oyuncu: Javier Bardem 'Biutiful'
En iyi kadin oyuncu: Natalie Portman 'Black Swan'
En iyi yardimci erkek oyuncu: Geoffrey Rush 'The King's Speech'
En iyi yardimci kadin oyuncu: Helena Bonham Carter ' The King's Speech'
En iyi orjinal senaryo: The King's Speech
En iyi uyarlama senaryo: 127 hours
En iyi yabanci film: Biutiful
En iyi sanat yonetmeni: The King's Speech
En iyi kostum: Alica in wonderland
En iyi kurgu: Black Swan

Haydi sizde favorilerinizi yazin!!

23 Şubat 2011 Çarşamba

Tıksırtmak

2002’den bugüne siyaset sahnesinin en açık sözlü siması hiç kuşkusuz Başbakan. İlk günden itibaren her konuda açık konuştu, her istediğini mevzuata yansıtmak için elinden geleni yaptı. Nasıl oluyorsa, hem muhafazakâr hem de demokrat olduğunu, manevi değerlere sadakatini, ceddine sevgisini ve karşı mahalle hakkındaki duygularını sıklıkla vurguladı. Önce, zinayı suç kapsamına sokmaya çalıştı, AB tepkisi karşısında vazgeçti. Hakkında çıkan beğenmediği karikatürlere dava açtı, kendisini eleştiren basına tavır aldı, “Yahudilerin” İsrail devletini meşrebince eleştirdi (tabii ticari ilişkilere dokunmadan), Irak’ta yüzbinlerce sivili katleden koalisyonu izleyip eleştirmekten kaçındı, katillerin yanına asker göndermek için tezkereyi parlamentoda oylattı. Kürt sorununda, henüz belirgin talepler yokken seçmen kitlesinin hoşuna gidecek işler yapıp “analar ağlamasın” diyerek Arınç’a, Aksu’ya gözyaşı döktürdü, F. Terim, O. Gencebay vb. ile kahvaltılar yapıp konuştu, konuştu! Basında bu toplantılar, “karşılıklı tartışıldı” ifadesiyle verildi. Ama Kürtlerin taleplerinin ucu görününce MGK kararının altına hemen imzasını atıverdi. 1930’ların CHP’sini diline dolayıp 2000’lerde yerel idarecileri taraftarı haline getirmeye çalıştı ve büyük ölçüde başardı. Türban sorununda, 2008 anayasa değişikliğinde CHP bile kırk yılın başı doğru bir iş yapıp “üniversite ile sınırlamak” kaydıyla kabul etmişken, inat edip o iki maddenin iptal edilmesini izledi ve en sonunda “kamuda da” serbest bırakmak istediğini açıkladı. Önce bir anayasa taslağı sipariş etti, zaman içinde beğenmez oldu ve gücünü sınamak için kısmi bir anayasa değişikliğine gitti. Bir iki kişiye hazırlattı ama nihai kararı kendisi verip “oylattı”. Söze “dünyada” ifadesiyle başlamak çoğu zaman yanlıştır ama bu kez gönül rahatlığıyla şu söylenebilir: Medeni hiçbir memlekette, bir kişinin “olsun” dediği anayasa değişikliği (1958’in Fransasını bir yana koyalım) kabul edilemezdi ama Türkiye’de oldu. Yani Başbakan, sigorta yasasını çıkarırken dahi fenalık geçirtilen Obama’nın kendisine özeneceği bir konum elde etti. Unutulmasın, 1982 Anayasası’nda bile son söz “beş generaldeydi”, bir değil. O değişikliklerin hangi amaca yönelik olduğu çok açıkken özellikle Geçici 15. Madde değişikliğiyle göz boyadı. Oysa değişiklik esnasında TBMM’de, CHP’nin darbecilerin hemen yargılanmalarını mümkün kılacak önerisi yine AKP’liler tarafından reddedilmişti. Ama şanslıydı, çünkü destekçileri bu rezaleti bile görmezden gelmeyi tercih etti. “Netekim” yargılanmadılar ve tabii ki yargılanmayacaklar.

Rekora doğru
Sonuçta 2010 acayipliğini yüzde 58 ile kabul ettirmeyi başardı. Sekiz yıl yüzde 10 seçim barajını indirmedi (seçimlerden sonra inecek!), oysa çok partili yaşamda rekor süre tek başına hükümet kalmayı başarmak üzere. Bırakın barajı, 2007 seçimleri öncesi “birleşik oy pusulası” oyunuyla Kürt adayların bağımsız yolla seçilmesini dahi zorlaştırmak istedi açılım insanı. Destekçiler bunu da görmedi, Arınç arada bir ağlıyordu ya neyimize yetmezdi? Askeri vesayet durumu yaratan yüzlerce hukuk metnine dokunmadı. Yargının düzgün işlemesini sağlayabilecek temel yasal düzenlemeleri de yapmadı, asıl amaç, tümüne “prestij kaybettirmekti” ve nitekim kaybettirdi. Kötü giden işlerin sorumlularıysa hiç değişmedi: Ergenekon, Kemalistler ve sarhoş komünistler! AKP’nin parlamenter sisteminde TBMM’ye karşı onlar sorumluydu! Yaşamsal Ergenekon soruşturması bile kötü iddianame ve lüzumsuz tutukluluklarla, değersizleştirildi.

İki baştan biri
2011 seçimlerine beş ay kaldı ve yüzde 10 barajıyla yapılacak “şeyin” adı seçim olamaz. Haziran’daki “zırvaya” beş ay kala Kars’taki heykel, Halit Ergenç’in göğüs kıllarının ne kadar gösterilmesi gerektiği ve alkol satışları tartıştırılmaya başlandı. Zamanında genelkurmay başkanları konumlarından tamamen bihaber, “yurttaş değil miyiz, düşüncelerimizi açıklarız” diyordu, kendisi de aynı yolu tuttu ve her konuda bıkıp usanmadan konuşmaktan vazgeçmedi!
Halihazırdaki manzarada, kendisini eleştirenlere, protestoculara tahammül edemeyen bir Başbakan, bakanları ve yardakçıları var. Yaptıklarını benimsemeyenlerin akıllarından kuşku duymaya 12 Eylül oylaması esnasında başlamışlardı, hız verdiler. GS taraftarının protestosuna verilen tepkilere bakın. Kulüp başkanı, protestocuların belirlenip stada alınmamasından söz edebiliyor. Bakanları, taraftarlıklarını “askıya alıyor”. 2011’de oluyor tüm bunlar. Herkes çekiniyor ve herkesten kendilerini sevmeleri, takdir etmeleri bekleniyor. 2011 yılında! Üçlü koalisyon döneminde Bahçeli ortak olunca, yazar çizer “aslında göründüğü kadar sert biri değil, vallahi çok iyi bir insan” gibi sözlerle acınası bir tavır takınmıştı. Son sekiz yılda da, konjonktüre bağlı bir iki ilerici hamle yapmış, otoriter zihniyetli İslamcı siyasetçiden, demokrat siyasetçi çıkarmaya çalışıyorlar. Olmuyor, olmayacak! Başbakan ve adamları, nasıl davranabiliyorlarsa öyle davranıyorlar, o konuşmaları Ergenekon gazozlarına ilaç attığı için yapmıyorlar.
Başbakan, başkan olmak (zaten “çeyrek başkanlığı” yarattılar) ve 1975’te Erbakan’ın Milli Görüş’te dile getirdiği anayasal sistemin bir benzerini kurmak istiyor; anlamıştık. Hocaları, hakkını boşuna helal etmiyor talebelerine. Bu, kırk yıllık bir siyasi proje, o da sır değil. Ama kendisi hâlâ, yalnızca bir Başbakan. Anayasa’da, aralarında hiyerarşi olmadığı vurgulanan üç devlet gücü var ve konumu, onlardan birinin “iki başından biri” olmak, hepsi bu. İnönü gibi, Bayar gibi, Peker gibi, Saraçoğlu gibi, Menderes gibi, Demirel gibi, Ecevit gibi, Özal gibi, Yılmaz gibi, Çiller gibi yalnızca bir Başbakan. Eşitler arasında birinci. Her şeyimiz değil, ülkenin her şeyi değil, her konuda ne düşündüğü merak edilmiyor, herkes sevmek ve takdir etmek zorunda değil. Bir zahmet o da bunu anlayıversin. Yalnızca bir Başbakan, hepsi bu! Hani “içkiyi yasakladık mı, tıksırana kadar içiyorlar” diyor ya, zaten yasaklayamaz, böyle bir yetkisi yok, dağ başında yaşamıyoruz. İnsanlar neyi yasaklamadığıyla değil, neleri serbest bıraktığıyla ilgileniyor. İleri demokrasiymiş; hadi oradan! Yurttaş, vasatına çoktan razı. Bu satırların yazarı, kendisini ve adamlarını sevip takdir edemedi, böyle bir özgürlüğü var, bir ormanda ve orman yasalarıyla yaşamadığının farkında. İnsanın tıksırası geliyor.

MURAT SEVİNÇ: Ankara Üni., SBF

16 Şubat 2011 Çarşamba

Hissetmeden Asla

Eğlence başlıyor gençler yakinda

http://www.leventergun.com

İlk kuzenler keşfetmiş zaten...

14 Şubat 2011 Pazartesi

Silinen Ayak İzleri

"...Hayat sizin için bir kabare mi, bir oanayır mı, bir yangın yeri mi? Ona karar vermeliydiniz önce. "Ne o, ne öbürü! Bir yol" deseydiniz, diyebilseydiniz, sapaklarda katılanların, dörtyol ağızlarında ayrılanların olması bir kendiliğindenlik taşırdı belki. Belki nerede, kaçıncı kilometrede tali yola çıktığınızı, haritada olsun işaretleyebilirdiniz. Hani o çekmecede hazine gibi sakladığınız, pul pul dökülmüş, ancak ezberden okunan -çünkü kendiniz yazmış olduğunuz- o haritada!

Dünya üzerinde rastgele dağılmış bir kavme mensupsanız, bu sizin hiçbir yere ait olmadığınızı değil, her yerde, en umulmadık zamanlarda, sizinkilerden birine, birilerine rastlayabileceğinizi gösterir. Kendini darı sanan adam tedavi gördükten sonra darı olmadığını iyice öğrenmişti. Yalnız, tek bir endişesi kalmıştı: Ya tavuklar onun darı olmadığını öğrenemedilerse! İnanın, sizin sorununuz da bundan farklı sayılmaz. Ve eğer yem olmadan, yerleşik mekanları bırakıp yola düşmeyi becerebilirseniz / becerebilirsek, bir noktada... o noktanın pek uzağında olmayan ilk rampada karşılaşabiliriz! Benim boynumda erguvan rengi, Hint ipeğinden bir fular olacak...." Füsun Akatlı, Silinen Ayak İzleri

Benim boynumda sarı karanfil oyalı, deniz mavisi bir yazma.

Ruin is a gift

"Dear David,

We haven't had any communication in a while, and it's given me time I needed to think. Remember when you said we should live with each other and be unhappy so we could be happy? Consider it a testimony to how much I love you that I spent so long pouring myself into that offer, trying to make it work. But a friend took me to the most amazing place the other day its called, The Augustium. Octavian Augustus built it to house his remains. When the Barbarians came they trashed it along with everything else. The Great Augustus Rome's first true great emperor. How could he have imagined that Rome, the whole world as far as he was concerned, one day would be in ruins. It's one of the quietest and loneliest places in Rome. The city has grown up around it over centuries. Feels like a precious wound, Like a heartbreak you won't let go of cause it hurts too good. We all want things to stay the same David. Settle for living in misery because were afraid of change. Of things crumbling to ruins. then i looked around in this place at the chaos its endured. The way its been adapted, burned, pillaged, and found a way to build itself back up again...and i was reassured. Maybe my life hasn't been so chaotic, It's just the world that is. And the only real trap is getting attached to any of it. ruin is a gift. Ruin is the road to transformation. Even in this eternal city. The Augustium showed me that we must always be prepared for endless waves of transformation.

Both of us deserve better than staying together because we're afraid we'll be destroyed if we don't."

From the movie Eat, Pray, Love